14 Nisan 2011 Perşembe

'Kırtıpil' mi, değil mi? Evet, 'Hangi Tanpınar?' (2) - Hilmi Yavuz

Tanpınar'ın günlükleri, gerçekten de bize 'öteki' Tanpınar'ı gösteriyor. 'Öteki', evet, 'Tanpınar'la Başbaşa'da, bugüne kadar tanıdığımız Tanpınar'la ilişkisi olmayan bir kimlik var karşımızda.

Tuhaf olan, Tanpınar'ın bu günlükleri, yayımlanacağını öngörmeden tutulan bir 'journal intime' değil, Michel Tournier'in deyişiyle, bir 'journal extime', yani, yayımlanabilecek günlükler olarak tutmuş olmasıdır. Günlüklerinin bir yerinde şöyle diyor Tanpınar: 'Bu yazdıklarımın benden sonra okunacağını düşünüyorum. Hoşuma gidiyor. Geçen zamanım görülecek sanırım.'

Aslında, Tanpınar, günlüklerinin yayımlanabileceğini düşünerek haz duyuyorsa, bu kendisine 'kırtıpil' sıfatını layık görüp aşağılayan dostlarına karşı, marazi bir 'öç alma' arzusu duymasındandır. Evet, ölümden sonra öç alma! Tanpınar, kendisini adam yerine koymayanları, asıl kendisinin adam yerine koymadığını göstermek istemiş olmalıdır.

Geçen yazımda da belirtmiştim: Tanpınar'ın psikobiyografisi yazılacaksa eğer, bu günlüklerin belirleyici bir işlevi olması kaçınılmaz görünüyor. 'Tanpınar'la Başbaşa'yı, Freud'çu Psikanalizin 'büyüklük hezeyanları'na ('délire de la grandeur') örnek gösterilebilecek semptomlarla okumak mümkün. Günlüklerin bir yerinde, Yahya Kemal'le ilgili olarak şunları yazıyor: 'Yahya Kemal bize Sedd-i Çin (Çin Seddi) çekmek istedi. Benim en büyük tali'im vaktinde bu seddi delip öbür tarafa geçmektir.' Büyüklük hezeyanları, aynı zamanda bir 'kendini kandırma'dır. Elbette, Sartre'ın 'kendi kendini aldatma' ('mauvaise foi') diye kavramsallaştırdığı 'mış gibi yapma' durumlarıyla ilgisi olmayan bir 'kendini kandırma'!

Tanpınar'ın siyasal duruşunun da irdelenmesi gerekiyor. Şöyle diyor: 'Sağcılarla beraber değilim; çünkü sağ, şarktır ve şark bizi daima yutmaya, içimize doğru yutmaya hazırdır. Eğer bir Barres, bir Maurras, bir L. Daudet gibi insanlar olsaydı etrafımda, iş değişirdi'. Bir başka yerde de şunları yazıyor Tanpınar: 'Barres, Maurras ve Moréas üstünde çalışmalarım yeni bir ufuk açtı.'

Bu açıklamalar fevkalade anlamlıdır. Niçin? Şundan dolayı: 1973 yılında Selahattin Hilav ile aramızdaki tartışmada ben, Tanpınar'ın 'Huzur'da İhsan'ın ağzından dilegetirdiği görüşlerin XX. yüzyılın başında Action Française çevresinde birleşen aşırı muhafazakar ve sağcı Fransız yazarları, özellikle de Charles Maurras ve Maurice Barres'in düşünceleri olduğunu yazmıştım. Değerli okurlarım, merak ederlerse, benim 'Osmanlılık, Kültür, Kimlik' adıyla yayınlanan kitabımın (Boyut Yayınları, 1996), 'Ahmet Hamdi Tanpınar ve Marksizm.1' başlıklı yazıma bakabilirler. O yazıda, çok ayrıntılı bir biçimde Tanpınar'ın siyasal ve ekonomik görüşlerinin, özellikle Maurras'dan etkilendiğini göstermeye çalışmıştım. Benim Yahya Kemal, Tanpınar ve Maurras arasında kurduğum ilişkiyi, hiç araştırıp soruşturma gereğini duymadan, eski deyişle, 'ceffelkalem' reddedenler, hatta saçma bulanlar oldu! 'Tanpınar'la Başbaşa'da, Maurras'a ilişkin bölümlerden yukarıda yaptığım alıntılar, Tanpınar'ın 'sağcı'lığının kökenlerini açıklığa kavuşturmak bakımından kimin haklı olduğunu ortaya koyuyor. Ne denir, 'intak-ı hak' mı, 'ihkak-ı hak' mı? Yoksa Falih Rıfkı gibi, 'haklı çıkmaktan bıktım' mı demeliyim?

Her neyse, asıl konuya dönelim: 'Hangi Tanpınar?' sorusunu, galiba, benim bir şiirimin bir dizesi çok iyi özetliyor: 'benim sanki ben şimdi ne değilsem...'

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=644864

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder