14 Nisan 2011 Perşembe

Tanpınar'ın Günlükleri hakkında düşünceler (1) - Beşir Ayvazoğlu

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın günlük tuttuğunu, birkaç sayfası 1984 yılında Prof. Dr. Mehmet Kaplan tarafından Kaynaklar dergisinde yayımlandığında öğrenmiştik.

Bu günlüklerin son sayfaları da Kaplan'ın Tanpınar'ın Şiir Dünyası adlı kitabının Dergâh Yayınevi tarafından yapılan ikinci baskısında kullanıldı. Daha sonra uzunca bir bölümün Dergâh dergisinde yayımlandığını hatırlıyorum.

Bütün Tanpınar tutkunları gibi ben de İnci Enginün ve Zeynep Kerman hanımefendilerde olduğunu herkesin bildiği günlükleri çok merak eder, tamamını ne zaman okuyacağımızı zaman zaman kendilerine sorardım. İnci Hanım, birlikte katıldığımız bir toplantıda uzunca bir bölümü Tanpınar hayranlarıyla paylaşmış, bir kopyasını da bana vermişti. Şanslıydım; elimde bir toplantıda okunmuş olsa da, henüz yayımlanmamış bir bölüm vardı.

Ne var ki günlüklerin tamamı ortaya çıkmadıkça, hiçbir Tanpınar hayranı tatmin olmayacaktı. Edebiyat çevrelerinde İnci ve Zeynep Hanımlar eleştiriliyor, başkalarınca kullanılmasını istemedikleri için günlükleri yayımlamadıkları yolunda dedikodular dolaşıyordu. Fakat ben gecikmenin sebebini az çok tahmin edebiliyordum. Tanpınar'ın eski harflerle ve kargacık burgacık bir yazıyla gelişigüzel tuttuğu notlardan oluşan günlüklerini okumak, hiç bilinmeyen bir alfabeyi çözmek kadar zor olmalıydı. Resimden musikiye, mimariden mitolojiye, çok farklı alanlarda isimler ve terimlerle dolu karmakarışık satırları çözebilmek için eski yazıyı bilmek, hatta Tanpınar'ın el yazısına âşina olmak bile yetmezdi. İnci ve Zeynep Hanımlar, yaşadıkları zorlukları şöyle anlatıyorlar:

"Günlüklerin ortaya çıkabilecek hâle gelmesi yirmi yılı aldı. Bunun iki önemli sebebi vardı: Birincisi üniversitede vazgeçemeyeceğimiz, ihmal edemeyeceğimiz görevlerimizin vaktimizi almasıydı. Bir araya gelip metinleri karşılıklı okuyacak zaman bulamıyorduk. İkincisi ise Tanpınar'ın yazısını çözmekte çok zorlanıyorduk ve bu defterlerden bazıları, sayfaları ve cümleleri arasında ilişki kurmayı imkânsız kılan notlarla doluydu. Avrupa seyahatlerinden müzelerden aldığı notlar, herhalde sadece kendisi içindi. Bir kısmı yeni harflerle olduğu halde, aceleden atlanmış veya yanlış yazılmış harfler bizim bu metinleri doğru tespitimizi adeta imkânsız hale getiriyordu."

İki hanım profesör, zaman zaman yılgınlığa kapılsalar da işin peşini bırakmadılar ve sonunda günlükleri -okuyamadıkları üç beş kelime sayılmazsa- eksiksiz bir biçimde yayımladılar. Kitap Zamanı'nın bu ay kapak konusu yaptığı bu önemli kitap, Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa (Dergâh Yayınları) adını taşıyor. Zengin dipnotlar, açıklamalar, fotoğraflar, Tanpınar'ın kullandığı Fransızca kelimelerin yer aldığı bir sözlük ve kapsamlı bir dizinle zenginleştirilmiş çok kullanışlı bir kitap...

Bana sorarsanız, akademik hayatları boyunca Tanpınar'la haşır neşir olan İnci ve Zeynep Hanımlar dışında hiç kimse bu çetin işin altından kalkamazdı. Yeri gelmişken, şu hususu da belirtmek istiyorum: Eksiksiz bir Tanpınar biyografisinin yazılabilmesi için günlüklerinin yayımlanması şarttı. Bu günlükler, Tanpınar'ın zihniyet dünyası, yaşama tarzı, psikolojisi, tereddütleri, şüpheleri, açmazları, yakın çevresindeki insanlar hakkında aslında neler düşündüğü, nasıl çalıştığı, şiirlerini ve romanlarını nasıl planladığı, nasıl yazdığı, nasıl yiyip içtiği, nasıl uyuduğu, aşkları, rüyaları, kâbusları, dertleri, hastalıkları, kompleksleri vb. hakkında başka hiçbir yerde bulunamayacak bilgiler ve ipuçlarıyla doludur.

Mektuplar ve hatıratlar, ne kadar samimi yazılmış olurlarsa olsunlar, otosansür uygulanmış metinlerdir. Tanpınar'ın günlüklerini -bir yerde bunları ileride birilerinin okuyabileceğinden söz ediyorsa da- yayımlanması için yazmadığı, notlarının itinasızlığından, itiraflarından ve çoğu yakın dostları olan birçok aydın hakkındaki asıl kanaatlerini sansürsüz yazmış olmasından anlaşılıyor.

Burada bir parantez açarak, edebiyat dedikodularına meraklı olanlara gün doğduğunu söyleyebilirim. Günlüklerde nasıl bir Tanpınar portresinin ortaya çıktığını gelecek hafta anlatmaya çalışacağım. Fakat Tanpınar'ın birkaç kişi dışında, yakın çevresindeki hiç kimse hakkında iyi duygular beslemediğini söyleyebilirim. Asistanı Mehmet Kaplan hakkında bile... Kaplan Hoca'nın Kenan Tanpınar tarafından kendisine verilen, başından sonuna kadar satır satır okuduğundan şüphe etmediğim bu metinde, hocasının kendisi hakkında söylediklerini karalamamış olması, büyüklüğünü gösteriyor.

Tanpınar'ı Kaplan Hoca'nın ve talebelerinin yaşattığını unutmamak gerekir. Edebiyat Üzerine Makaleler'i ve Mektuplar'ı Prof. Dr. Zeynep Kerman, Yaşadığım Gibi'si Birol Emil, Şiirler'i İnci Enginün tarafından toparlanarak yayımlanmıştır. Ve şimdi de Günlükler'i...

Goethe'nin Eckerman'ı, Yahya Kemal'in Banarlı'sı varsa, Tanpınar'ın da Kaplan'ı vardı ve belki de hayatının en isabetli kararı onu asistan olarak almasıydı. Biri 24 Ocak 1962, diğeri 23 Ocak 1986 tarihinde öldü. İkisini de saygıyla ve rahmetle anıyorum.

[DERKENAR]

Günlüklerin son sayfalarından birkaç satır

"Gariptir ki eserimi sathî okuyorlar ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyorlar. Sağcılara göre ben angajmanlarım -Huzur ve Beş Şehir- hilafına sola kayıyorum, solu tutuyorum. Solculara göre ise ezandan, Türk musikisinden, kendi tarihimizden bahsettiğim için ırkçının değilse bile, sağcıların safındayım. Hâlbuki ben sadece eserini, şahsen yapabileceğim şeyi yapmaya çalışıyorum. Ben maruz müşahidim." (s. 332)

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=635630

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder